Doğduğum, çocukluğumun, gençliğimin, ilk-orta-lise tahsil hayatımın geçtiği, her caddesinde, sokağında, sahillerinde, dağlarında, köylerinde çok güzel anılarımın olduğu, futbol takımında uzun yıllar oyuncusu olduğum, elmasından, üzümünden, kirazından yediğim, üzüntülerimi ve sevinçlerimi birlikte paylaştığım eskimeyecek dostlarımın olduğu, kısacası çok güzel günlerimin geçtiği ve halen daha sevdam olan Yomra İlçe'mde yayın hayatına başlayan ve başarılı bir yayın sürecinde olan Yomra Sonhaber gazetesinin bu köşesinde siz değerli okuyucularımızla buluşmaktan ve bilgi paylaşımını yapmaktan büyük bir onur ve mutluluk duyacağımı belirtmek isterim. Bu fırsatı sağladığı için gazetenin yayın koordinatörü Sayın Tuncay ŞÜKÜR Bey'e de kalben teşekkür eder, çalışmalarında başarılar dilerim.
17 Ağustos-12 Kasım 1999 tarihlerinde ülkemizde meydana gelen ve çok büyük acıların yaşandığı iki büyük depremin ardından, deprem olayı öncesi-anı-sonrası için neler yapılması gerektiği konusunda toplumsal bilincin oluşması, kamusal örgütlenmenin önemi, hatırda tutulması alınması, gerekli hazırlıkların yapılması ve tedbirlerin alınması konusunda kamuoyunun sürekli canlı tutulması için her yıl 1-7 Mart günleri "Deprem Haftası" olarak kutlanmaktadır. Bu kapsamda, bu köşede sizinle ilk buluşma yazımı mesleğim olan Jeofizik Mühendisliği'nin önemli bir inceleme alanı "deprem" konusu olarak belirledim.
İnsanın varoluşundan bugüne sonuçları itibariyle en fazla zarar gördüğü ve açıkçası korktuğu doğa olayı yerin sarsılması olarak bilinen deprem olayıdır. Aslında deprem dünyanın canlı oluşunun işaretleri veya yaşamının bir sonucudur. Yerkürenin katmanları yüzeyden yerin merkezine katı ve kırılgan kabuk (~0-100km), Manto (katı ve eriyik; ~100-2900 km), Dış çekirdek (Sıvı; ~2900-5100 km) ve İç çekirdek (Katı; ~5100-6371 km) ana katmanlarından oluşmaktadır. Her bir katman dünyanın yaşamı açısından belirli bir düzen içinde görevini yerine getirir. Tüm canlıların yaşam kaynağı en üstteki kabuk katmanı 7 adet ana plakadan (kıta) oluşur ve bu plakalar kısmen eriyik haldeki Manto katmanının üzerinde birbirlerine göre göreli hareket halindedir. Kıtalar genellikle yoğunluklarına göre, birbiri ile çarpışır, yanal yönde sürtünür ve birbiri altına dalarlar. Anlaşıldığı üzere dünyamız dinamik bir sitemdir ve bu hareketlilikten dolayı biriken gerilme (stress) enerjisi ani olarak bir kırılma olayı ile boşalır. Bu enerji boşalma anındaki sarsıntı "deprem olayı" olarak adlandırılır. Kırılan kütleye "kırık (fay)" denilir ve kilometrelerce uzunlukta yer yüzeyinde görülebilir veya yerin derinlikte kalarak örtülü kırık yüzeyleri oluşur. Depremin olduğu derinlik noktasına odak (hiposantr), odağın yer yüzeyindeki izdüşümüne ise dış odak (episantr) denir. Odak noktasında açığa çıkan deprem enerjisi, sismik dalgalar halinde yayılmaya başlarlar ve geçtikleri ortamları sarsarlar. Deprem enerjinin ölçüsü "depremin büyüklüğü (manyitüdü)", çevreye veya deprem dalgalarının geçtiği yerlerde neden olduğu yıkımların ve can kayıplarının büyüklüğü ise "depremin şiddetidir (yani depremin yıkım gücüdür)". Bu yönüyle baktığımızda deprem olayı fiziksel bir durum olup, dünyamızın tektonik yapısı ve hareketliliğin bir sonucudur, ancak canlı yaşamı için en önemli doğal tehlikedir. Bu tehlikenin riske (=zarar görebilirlik*tehlike*maruz kalma), yani can ve mal kaybına dönüşüp dönüşmeyeceğini, deprem zararlarına karşı alınan ve/veya alınacak önlemler belirleyecektir. Kısacası, afet risk yönetimi son derece önemli bir konu olup, sadece kamunun değil, toplumun tüm kesimlerinin bu yönetimde görev alması gereken hayati bir konudur.
Deprem sadece meydana geldiği yerin yakın çevresinde değil, çok daha uzak yerlerde de zararlara ve can kaybına neden olabilmektedir. Ülkemizin topraklarının yaklaşık %60-70’inin kırık (fay) zonları içerisinde ve yaklaşık %90’nın ise deprem etki alanı içerisinde olduğu bir gerçektir. 1900-2021 yılları arasında Ülkemizde büyüklüğü 4 ve üzeri olan ~6900 adet deprem gerçekleşmiş ve bunların ~115 tanesi ise büyüklüğü 6.0'dan daha büyük olup, önemli hasarlara ve yıkımlara neden olmuştur. Ana başlıklarla Ülkemizde son 100 yıllık tarihsel süreçte meydana gelen depremler, 13 Eylül 1925 Erzurum-Pasinler (M=6.8), 27 Aralık 1939 Erzincan (M=7.9), 17 Ağustos 1999 Marmara-Gölcük (M=7.4) ve 12 Kasım 1999 (M=7.2) Düzce, 19 Mayıs 2011 (M=5.9) Kütahya-Simav, 22 Eylül 2011 (M=5.4) Erzincan-Kemah, 23 Ekim 2011 (M=7.1) Van, 09 Kasım 2011 (M=5.6)b Van-Edremit, 26 Eylül 2019 (M=5,8) Silivri-İstanbul Depremi, 24 Ocak 2020 (M=6.8) Sivrice-Elazığ ve 30 Ekim 2020 (M=6.9) Ege Denizi-Sisam Adası depremleri olarak sıralanabilir. Bu depremlerde birçok can ve mal kayıplarının yaşandığı malumumuz olup, sadece, Ağustos ve Kasım 1999 yılı Marmara depremlerinde 18400'e yakın insanımız yaşamını yitirmiş, 25 Milyar Dolarlık bütçe yükü oluşmuş, 50 bine yakın insanımız yaralanmış, 500'e yakın insanımız sakatlanmış, 300 bin konut, 43 bin işyeri kullanılamaz hale gelmiştir!
Bu yönüyle bakıldığında, deprem olayı her birimize korku ve endişe vermektedir, ancak deprem olayına, diğer bir yönden bakıldığında, deprem olayının olumlu bir yanını görebiliriz. Aslında, tıpkı, yağmur, kar, rüzgar gibi depremler olmalı diyebiliriz. Şöyle ki; depremler yeryüzeyinin şekillenmesinin (dağların, vadilerin, verimli ovaların, göllerin, denizlerin), yeraltı zenginliklerinin (maden, petrol, doğal gaz, kömür), sıcak su kaynaklarının (jeotermal) oluşmasını da sağlayan önemli bir doğal olayıdır. Bugün Ülkemizin bu kadar verimli topraklara, dağlarına, akarsularına, yeraltı zenginliklerine sahip olması aslında, en aktif bir tektonik deprem kuşağında (Alp-Himalaya) olmasıyla da doğrudan ilişkilidir. Dolayısıyla, deprem olayını, yağmur, kar, rüzgar, gibi doğal bir olay olarak düşünmemiz gerekiyor. Bu nedenle, altını çizerek ifade etmek gerekir ki, "Deprem, bir Doğal Afet değil, bir Doğa Olayıdır". Bu doğa olayı; yer seçimi, yapı tasarımı ve üretimi aşamalarında mühendislik biliminin gerekleri ve denetimi tam olarak yerine getirilmemesi gibi faktörler nedeniyle afete dönüşmektedir. Bilinmelidir ki, depremleri önlemek mümkün değil, ancak depremlerin bir afete dönüşmesinin önüne, bilime dayalı doğru bir afet risk yönetimi ile geçilebilir. Belirtmek gerekir ki, Ülkemiz, içinde bulunduğu tektonik sistem nedeniyle deprem, heyelan, sel-taşkın nedeniyle afetlerin sıklıkla yaşandığı, bu afetlerden dolayı oluşan zararların Ülkemizin Toplam Yıllık Bütçesinin (GSMH’nın) yaklaşık %3-7’üne karşılık geldiği gözönüne alınmalıdır. Bununla birlikte, unutulmalıdır ki, afet öncesi afet zararlarını azaltmaya yönelik yapılacak 1TL'lik yatırım, yani risk yönetimi, afet sonrası oluşması muhtemel hem can kayıplarını, yani kriz yönetimini, önleyecek hem de en az 7 TL'lik maddi zararı karşılayacaktır. Bu nedenle, afet sonrası müdahale ve arama-kurtarmadaki başarıları hikayeleri yerine, afet öncesi riskleri azaltma yönünde yapılan çalışmaların sağladığı başarıları ve sonuçları konuşmalıyız. Bu kapsamda, ülkemizde son birkaç yıldır önemli kararlar alınmış ve bu yönde adımlar atılmış olup, tüm illerde İl Afet Acil Durum Müdürlükleri (AFAD) koordinatörlüğünde İl Risk Azaltma Planlama (İRAP) çalışmaları yapılmış ve illerin tehlike-risk analizleri yapılarak risk azaltma eylemleri ve bu eylemleri kimlerin gerçekleştireceği raporlanmıştır. Dolayısıyla bu değerli çalışmaların afet risk yönetimi için sonuç odaklı olması, sorumlulukların üstlenildiği kurum, kuruluş ve kişiler tarafından yapılacak uygulamalara bağlı olacaktır.
Böylece, kırık hatlarına yakın yada uzak olunmasına bakılmaksızın deprem zararlarını azaltılacak çalışmaların yüksek hassasiyetle yapılmasının önemi herkes tarafından kavranmalıdır. Bu kapsamda deprem-yer-yapı ilişkisinin bilimsel yöntemlerle yapılması önem arz etmektedir. Günümüzde bu çalışmalar Çevre-Şehircilik ve İklim Bakanlığımızın belirlediği yasa ve yönetmeliklerde açıklandığı şekli ile Deprem ve Bina Yönetmeliği ve Mikrobölgeleme ve Zemin Etütleri kapsamında Jeofizik-Jeoloji-İnşaat Mühendisleri işbirliği ile gerçekleştirilmektedir. Bu çalışmalar ile herhangi bir deprem anında yerin davranışının nasıl olacağını önceden belirlemeyi ve buna göre bina tasarımı yapmayı ve gerekli önlemleri almayı sağlamaktadır. Bu çerçevede, ilk olarak tehlike ve risk analizlerinin yapılarak haritalamaların yapıldığı mikrobölgeleme çalışmaları ile planlamaya esas uygun ve/veya uygun olmayan yer seçimleri yapılır ve sonra imara esas zemin etütleri gerçekleştirmektedir. Dolayısıyla, bir yapıya gelebilecek en büyük deprem yükleri tam olarak belirlenir ve ilgili yapı bu yükleri karşılayacak şekilde sağlam veya dirençli tasarlanır ve inşaa edilmektedir.
Her ne kadar Doğu Karadeniz Bölgemiz, Trabzon İlimiz ve Yomra İlçemiz, Ülkemizin birçok yerine göre, deprem tehlikesi ve riskleri açısından daha güvenli olsa da, 01 Ocak 2019 tarihinde yeni yayınlanan Türkiye’nin yeni aktif fay ve deprem tehlikesi haritalarına göre, deprem tehdit seviyesi artmıştır. Dolayısıyla, sadece güneyimizde ~130km mesafeden geçen Kuzey Anadolu Fayı (KAF)’ın tehditi altında değil, Doğu Karadeniz Bölgesi denizalanı içinde varlıkları Jeofizik çalışmalarla belirlenen kırık sistemlerinin (sahile paralel uzanan ters fay, kuzeydoğu-güneybatı uzanımlı Rize, Trabzon ve Ordu fayları) tehditi altında olduğumuzu belirtmek isterim. Doğu Karadeniz Bölgemizin kıyı kentleri, özellikle İlimiz ve İlçemizde yeni yapılaşmaların alüvyonal çökeller, yamaç molozları ve dolgu alanları üzerinde yoğunlaşması riskleri artırdığına dikkat çekmek isterim.
Özellikle Kaşüstü Mahallesi ile daha genişleyen Yomra İlçemiz' de son 10 yıldır artan yapılaşma ve kentsel dönüşüm projelerinde, depreme dayanıklı ve güvenli yapı imal etme ilkelerinden asla taviz verilmemelidir. Bilim insanları, ilgili meslek odaları ve yerel yönetimlerin katılımı ile insanlarımızın sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşam hakkını sağlayan rant odaklı olmayan yasal düzenlemelere ve yönetmeliklere uyulmalıdır, uyulması sağlanmalıdır, varsa eksiklikler giderilerek güçlendirilmelidir. Deprem kaynaklı afetleri en az zararla atlatılmasının en iyi yolu, bilimden yana anlayışla denetimlerin her aşamada arttırılmasıdır. Diğer önemli bileşeni ise, eğitimdir. Toplumun her kesimini içine alacak şekilde insanlarımız, afetler öncesinde ve sonrasında yapılması gereken hususlar hakkında bilinçlendirilmelidir. Bu kapsamda, tüm vatandaşlarımıza e-devlet portalı üzerinden depremde toplanma alanlarının neresi olduğunu öğrenmesini, deprem anında en basit kuralın çök-kapan-tutun olduğunu bilmesini, içinde temel yaşam ihtiyaç malzemelerinin (giysi, su, ilaç, konserve, çakmak, aydınlatıcı, vb.) olduğu bir deprem çantasının olmasını hatırlatmak isterim. Tüm afetlere hazırlık ve afet zararlarını azaltmaya yönelik çalışmalar açısından, Devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün özlü bir sözü, çok değerli ve yol göstericidir. "Felaket başa gelmeden evvel, onu önleyecek ve ona karşı savunulacak gerekleri düşünmek lazımdır. Geldikten sonra dövünmenin faydası yoktur". Dolayısıyla,
DAHA GÜVENLİ, DİRENÇLİ KENTLERDE VE MUTLU YAŞAM İÇİN, DEPREMDEN DEĞİL ALMADIĞIMIZ ÖNLEMLERDEN KORKALIM..!
Bu vesile ile depremlerde yaşamını yitirmiş tüm vatandaşlarımıza rahmet diliyor, saygıyla anıyor ve sağ kalanlara sağlıklı yaşam diliyorum.
Bir sonraki yazımda buluşmak dileğiyle, sağlıkla, sevgiyle ve dostlukla kalınız.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Hakan KARSLI
KTÜ Mühendislik Fakültesi
Jeofizik Mühendisliği Bölümü
Uygulamalı Jeofizik ABD. Öğretim Üyesi