Paçaris: Engel olmak, ayağa takılmak
TDK
Paçaris: Engel
Orta yaşlı kadın viledayı kovada çevirerek kuruttu. Sonra kafasını kaldırıp salona baktı. 5-10-20m2 falan değildi. Neredeyse yaklaşık 70-80 m2 vardı. Nasıl başlasam bu sabah biter?… diye kendine bir soru sorarak farklılık yarattı. Hangi köşeden başlasam erken biter: diye bir soru değildi. Çünkü bitmesi söz konusu değildi. Belli ki fasılasız, akşam mesaisine kadar her zamanki gibi çalışıyor olacaktı. Sadece kendisine farklılık yaratacak, gününe değişiklik getirecek, adına 'renk' dediği fikirlerdi; el yordamıyla aradığı!...
Camlara vuran yağmur, O'nu kasvetlendiriyordu. Aslında oldukça neşeli, kilolu, beyaz tenli, açık bal renk gözlü, eğlenceli tipik bir Karadeniz kadınıydı. İçinde türlü kaygıları olsa da, evde O'nu oldukça seven, sayan ve yıllardır kabullenmiş bir aile vardı. Asla sorgulamazdılar. O ne pişirirse yerler, yaptığı her işi beğenirdiler. Fakat O, asla bu sermayeyi çarçur etmez, her daim korumaya çalışır, hiç bir durumda avantajları suistimal ederek, dezavantaja çevirmezdi. Bu kabulleniş O'nun doğasıydı. O'nun için bu evde gördüğü saygı herşeyden makbüldü. Üç kuşakdır, bu aileyle olmasına rağmen, sevgi ve saygıyı başka değerlerle hiçbir zaman değiştirmedi. Eeeee! tabi ki bu ağır varlık, O'nu söz sahibi yapıyordu. Hiç kimse O'nun söylediklerine alınmaz, kırılmazdı...
Ocaktan mis gibi demlenmiş çay kokusu eve dağılırken, hiçbir kıpırdanma olmadığını farketti. Viledayı bıraktı, ayaklarındaki yumuşak terlikleri sürüye sürüye, orta merdivene gitti. Merdivenin trabzanına elini koydu, düşündü. Seslensemiydi, acaba?…
Sonra aklıyla taaa uzaklara gitti. Bu eve ilk geldiği yıllarda, henüz çok gençti. Hatta çocuk. Geldiği yeri hatırladı, hayal meyal... Anne, babanın kıymetlisi bir kız olduğunu. Annesinin kalın sarı örgülerini yavaşça tararken, mırıldandığı şarkının huzurunu hatırladı.
Ne oldu? Nasıl oldu?
Hayat O'nu buralara nasıl getirdi? Keskin özlemlere rağmen yaşadığı topluluk kaosudan, harabiyetden netleştiremiyordu: Rus harbinden öncesi, sonrası. O kadardı. Ta ki bu eve dede O'nu getirinceye kadar.
Yardımla başlayan çocukluk, gençlik ev işleri. O'nun görevi olmuştu. Artık buraya aitti.
Merdivene dayadığı elini, trabzanın topuzuna vurarak,
- Heeeyyy yukarıdakiler, haydee daa!.. Çay oldiiii...! dedi
Kıpırdanmalar başladı. Evin gençleri ilk davrananlar oldu. Kızla, oğlan gülerek hızlandılar, merdivenden aşağıya doğru.
Baktı onlara... Nasıl güzel genç oldular. Kendi doğurmuşçasına içi titredi. Başkalarını bilmiyordu. Varlığı da onlardı, sevgisi de, kızgınlığı da....
- Eee! hayden dedi, tekrar. Kendi düzgün konuştuğu, çocukluk Rusçasından hiçbir şey kalmamıştı.
Tüm çocukluğunu, şarkılarını, oyunlarını, okul arkadaşlarını, ailesini, "Pandoranın Kutusu'na" açmamak üzere kapatmıştı.
Çayı bardaklara dökerken kız çok sıcak bir sesle...
- Günaydın Meva anne nasılsın? dedi.
Bu iki çocuk birbirlerini tamamlayan, ruhları güzel örnek kardeştiler. Oğlan da espri ve şefkatle tamamladı.
- Günaydın Meva anne... Yoksa sen yanıma gelip beni öptün mü? Uyanayım diye... dedi.
- Yook be... Ben evi silip da, dışarıya gideceğum, gelmadum. Yarın sabaha borcum olsun dedi gülerek.
Çay bardağını uzatırken, gürültüyle küçükler döküldü merdivenden... 3 ve 4 numara ayrı bir dünyaydı. Anlaşamayan, sürekli didişme halinde iki kız. Ak-kara, güzel-çirkin, hızlı-yavaş, tüm tezatlıklar ikisi içindi. Görüntüleri de dahil. Paldır küldür selamsız sabahsız, düzensiz, programsız kendilerini sofraya attılar.
Meva,
- Yavaş haaa...! Usul olun biraz. Azmayın! dedi.
Arkalarından 5 numaranın sesi geldi. Mutlaka merdivenlerden kayardı... ki bu sabah da kaydı. Poposunun üstüne vurdu. Sakardı, sevimliydi, dünya tatılısıydı...
Meva,
- Gene noldu haaa... Düşdün mi? Kalda gel, yavaş gel, yerler ıslak kayarsın ha dedi.
Oğlana doğru yürüdü.
- Haydeee! İşim var gelll.
Bana "Paçaris" olma dedi. Beklerken usandı. Geri döndü.
- E Gel haa! Ben da işime bakayum. Yavaş gel dedi.
Oğlan tekrar hızlandı. Salonun taşından iki adım almasıyla havada uçup 2. kez poposunun üstüne vurması bir oldu. önce afalladı. O'na doğru koşan kadına şaşkın şaşkın bakakaldı. Belli ki canı çok acımıştı. Kadın,
- Ben sana demedun mu: Sen ne sakar uşaksun... Bir yerine bişe oldi mi? Gel bakayum diyerek ellerini uzattı. Sekiz yaşındaki o küçük çocuğun içinden, can havliyle koca bir canavar çıkıverdi.
-Paçaris ha! Paçarş... Asıl sen paçarissin.! Ne vardı ki sabah sabah ev silecek. Odamı karıştırırsın, düzelttim dersin. Pantolonumu ararım, yıkadım! Sevmediğim yemekleri yaparsın, büyüyeceksin! Sürekli saate bakarsın, hadi derse kalk dersun... Bıktım senden Mevaa!.. Anladın mı, bıktım! Daha da sana anne demiyecem.
Hiç bir şeyi umursamayan Meva çöküverdi. Geçekten "Paçaris" miydi? O...!
Oysa O... Hep iyi şeyler olsun diye uğraşmıyor muydu:
Hiç geçmeyi denemediği yere tam geçecekken, iki el uzandı. Biri sağ omuzuna biri sol omuzuna...